Maalesef öz değilse bile üvey kardeşi olsalar gerektir, şizofrenik durum ile şairin mısralarını döktürürken içinde bulunduğu ruh hali. Tıp ilmine göre ;" kişinin kendisi ile aşırı ilgilenme konusunda bir eğilime sahip olduğu ve kendi kendisini çok fazla dinlediği, fikirlerini başkalarına kabul ettirmeye çalıştığı durumlar" olarak tanımlanan psikolojik davranış hali, paranoid şizofreni olarak adlandırılır. Kişinin davranışları belirli sınırlar içinde kalırsa, çevresi tarafından "garip huyları olan bir kimse" gözüyle görülür*. Bu durumu pratikte şöyle tarif edebiliriz. Dünyanın merkezini kendisi sayma, her şeyin kendi etrafında ve kendine ayarlı şekilde planlandığını ya da planlanması gerektiğini sanma, olmayanı olmuş sayma, olmayacaktan ürkme veya sevinme hali, gökyüzüne bulutlar dolsa kendini ördek sürüsünün en önünde süvari zannetme, şehirde ramazan topu atılsa çevresini düşmanlarının sardığını sanma halidir şizofreni. Öyleyse başka tarife ne gerek var, bu aşırı hassas ruh hali erbabının en çok kendini gösterdiği sanat dalıdır şiir uğraşısı. Acizane tespitimdir ki, şiirle uğraşanın mutlaka bir çivisi çıkmıştır akıl hanesinde, iki çivisi çıkmışsa iyi bir şairdir ama ve lakin çıkan çivi sayısı üç veya daha fazla ise o kişi olsa olsa tehlikeli bir şizofrendir, ondan ne şiire ne sanata ne memleket hayrına bir şeyler ummak abesle iştigaldir.
Şiirde olmazları olur kılar şair,
sahildeki kum tepeciklerinden dağlar, kadın çoraplarından sapasağlam ağlar,
küpelerden gemileri durduran çapalar yaratır.
Bir rüzgar esse limandaki bütün gemilerle birlikte yarin de dudakları
titrer, ilk dördüne henüz girmiş olan sevgili gece güzelimiz ay, yarin maşukunu
andıktan sonra kısa ve aciz bir amin kelimesi
ile kapanan dudaklarıdır. Dünyada hiçbir kimseyle anlaşamaması bir şair
için olmazsa olmaz bir gerçek iken, o, her dem anlaşılmamaktan yakınır. Bir
adım atsalar bin adımla koşacaktır ama bin adım atanın bin adımına da bir
bahane bulan da yine şairin kendisidir bazen.
Şair kısmı ne kadar zor ademler
olsalar da bu dünyaya lazımdırlar. En
azından yaşanmayacak kadar bile olsa güzelliklere öykünür, barışı dillendirirler.
Çiçeklerin ve dikenlerin birbiriyle yarışan güzelliklerini, bir vaha kadar
çölün, demiryolu kadar köy patikalarının, dağlar kadar vadilerin de aynı
derecede güzel olduklarını bir şairden başka kim anlatabilir ki, hem de
inandırarak. Aslında bütün sanatçılarda biraz üst perdeden düşünmek, normali
zorlamak hali vardır ve bu mutlak varlık lazımdır da. Çünkü sıradan olanı
düşünmek, yapmak zaten hep yapılagelendir, onun insan zevkine hitap edecek
yeri yoktur. Sıra dışı olanı gözümüze
kulağımıza sunabilmek bu yüzden önem arz etmektedir. Bu nedenle yeni ve güzel
olmasını arzuladığımız bir eserde tadımlık kabilinden şizofrenik bir ruh hali
elzemdir. Yoksa kalıcı şiir, büyük şair gibi terimler literatürümüzde
olmazlardı. Savımızı biraz da örneklerle gösterelim isterseniz.
Şairler sultanı Necip Fazıl üstadımız
şöyle demişler. " kimsesiz odanda kış geceleri / için ürperdiği demler beni an /
de ki o dur sarsan pencereleri / de ki rüzgar değil o dur haykıran" Uzaktaki sevgilinin ki bunun da varlığı değil
muhayyilesidir gerçek olan, ama hadi var olan sevgilinin diyelim, içi ürperdiği
anlar şairi anması ve anmasının istenmesi normaldir amenna, amma ve fakat,
ahşap çerçeve kenarından veya camdaki çatlaklardan giren rüzgarın pencereleri
sarsması veya meteorolojik bir olay olan rüzgar uğultusunun şairin kendi
gırtlağından çıktığını farz etmesi veya farz edilmesini beklemesi nasıl
açıklanabilir. Elbette mükemmel bir dörtlük ama konu bu değil, konu,
"büyük şair iddialı şiirinde bir tutam şizofrenik dokunuşta bulunur"
iddiasının tespitidir.
Nazım Hikmet'ten bir örnek vermek
gerekirse herkesçe malum zevkli bir şiirinden iki mısra girelim. "ben bir ceviz ağacıyım Gülhane
parkında / ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında" . Şairin,
hem de polisten kaçan bir aranan olduğunu burada anlamak ve şaire hak vermemek
mümkün değil ama kendisini şehrin ortasında herkesçe bilinen bir parktaki ceviz
ağacına benzetmesi nasıl izah edilebilir. Mesela şöyle açıklanabilir mi ? Şair
hem görünüm hem ömür açısından heybetli bir ağaçtır, kökü derinlerde kolları
yükseklerdedir, yani hem geleneği taşımakta hem modernizmi kabullenmektedir.
Onun parktaki varlığı, meyvesinden gölgesine, çeyizlik kerestesinden uzun
ömrüne her şeyi ile örnek ve gıpta edilesi bir haldir. Burada şairin kendisini
tam da şizofrenik bir hal ile tariflemesinden başka nasıl bir yorum yapılabilir
! Bu arada şairin kendisini neden kavak ağacına ya da saklanması bir cevizden
çok daha kolay olan bir böğürtlene değil de herkesin dikkatini çekecek bir
ceviz ağacına benzetmesi ise ayrı mesele, ama kısaca açıklamak gerekirse
şizofrenik hal, her zaman en iyisini, en büyüğünü hedefler. Ama güzel, hem de
çok güzel bir şiir meydana getirmiş. Burada da görüyoruz ki büyük şair, büyük
şiirine bir tutam şizofreni iksiri katmıştır. Her iki usta da mısralarında
şizofreni iksirini en üst perdeden kullanmışlardır.
Attila İlhan ustamız da madem ki iyi
şairdir, onda da şizofrenik dalgalanmalar bulmak kolay olsa gerektir. " ne olurdu kim olduğunu bilsem Pia
nın / ellerini bir tutsam, ölsem / böyle uzak uzak seslenmesem / ben bir şehre
geldiğim zaman o başka bir şehre gitmese
/ otelleri bomboş bulmasam / içlenip buzlu bir kadeh gibi buğulanı buğulanıp
durmasam..." Ancak bir şair, kim olduğunu bilmediği birine aşık
olabilir, hem öyle bir olur ki hiçbir fani bu aşkı hak edecek kadar mükemmel
değildir. Çünkü onu mükemmel kılan, bu dünyaya ait olmaması, yani fani
olmamasıdır, oysa dünyaya gelen her şey bu varoluş anından itibaren kirlenmeye
başlamıştır ve kirlenen bir şey aşık olunmaya değen bir şey asla değildir.
Şairin içindeki güzelliğe olan aşkıdır Pia, ama herkes koca şairi kıskanır, pia
ya onun mısraları ile aşık olur, pia yı ondan almaya çalışır. Ama heyhat, bir
tutam şizofreni iksiri ile meydana getirdiği pia, onun hayal hanesinden bir
parıltıdır sadece. Önce kendi hayalinde oluşturup, sonra hiçbir arayışında
bulamadığı, mutlaka hem de çok uzaklara gitmiş bir hayal perisidir o. Şair,
kendi yarattığı bir simülasyonun peşinde, olmadığını bile bile maşukunu arar
durur. Bu durum işte tam da bir şizofrenin yapacağı davranıştır. Ama şiir
mükemmeldir, en mantık hastası, sanattan şiirden nasibi olmayanların bile içini
cız ettirebilen bir şiirdir. Mükemmelliğini, içindeki şizofrenik iksirden
almadığını söylemeye kim cesaret edebilir .
Üstad İsmet Özel, belki de bu iksiri en çok kullanmış şairlerimizin
başındadır. Ayrıca üstadın sadece şiirlerinde değil, poetik yazılarında da bu
tadı bulmak mümkündür. Şiirinden bir kısım ile örneklememize devam edelim.
" ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında / her
şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar / ben yaşarken koptu tufan / ben
yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat / her şeyi gördüm içim rahat / gök
yarıldı, çamura su verildi / linç edilmem için artık bütün deliller elde /
kazandım nefretini fahişelerin / kanet ediyor bana bakireler de / sözlerim var
köprüleri geçirmez / kimseyi ateşten korumaz kelimelerim / kılıçsızım, saygım
kalmadı buğday saplarına / uçtum, uçuşum radarlarla izlendi / gayret ettim ve
sövdüm / bu da geçti polis kayıtlarına"
Şairin hayata
not düşmesi, tespitte bulunması zaten olağandır. Bunu bir şairden başka kimse
onun kadar kanırtarak zihinlere kazıyamaz. Ancak herhangi bir kişi, hayata dair
her şeyin kendisi yaşarken olduğunu iddia etmesi, bir kişinin her şeyi görüp
bildiğini, canlı şahidi olduğunu söylemesi tıp ilmine göre şizofrenik bir
takıntıdır. Şair seçtiği yol ile birbirine zıt iki kutup olan fahişelerle
bakirelerin ortak nefretini kazanmıştır, yahut kazandığı zannındadır. Kendisi
yazı aleminde öyle yükseklerde kalem oynatmıştır ki, bütün bunlar izlenmiştir,
artık bıkmıştır şair ve izleyenlere küfretmeyi seçmiş, bu küfür de kayıt altına
alınmıştır. Şair şiirinde kendisini olabildiğince yükseltmiş, her şeye bizzat
tanıklık etmiş, herkesin nefretini kazanmış, tek başına ve anlaşılmadan yaşamak
zorunda kalmış, herkesi karşısına alıp yalnızlığı seçmiştir. Bu tespitler asla
şairin gerçekliği ile değil yukarıdaki mısraların yazılma anındaki haleti ruhiyesiyle ilgilidir. Şiirine
şizofrenik iksiri olanca cömertliği ile boca etmiş, bu cömertlik le ustalığını pekiştirmiş ve bir
şairden her zaman beklenen "hayrette bırakma" kabiliyetini adeta
zihnimize kazımıştır.
"evlerinin
içi kabartma bahar / köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar / halıları öpe
öpe nakış yapar nakış gibi ayaklar / siz söyleyin insan seve seve ölmez ne
yapar / köşelerde keklik gibi akıp duran saksılar "
Sezai Karakoç'un şiirinden de kısa
bir bölümü inceleyerek üstadımızın hakkını teslim edelim. Seven, sevdiğinin her
haline razıdır, bu rıza hali, aşkın kendisidir. Şairin sevgisi o kadar yüce ve
kutsaldır ki sevdiğinin evindeki her nesnede değişik güzellikler tarifler. Onda
ve onunla ilgili hiçbir eşyada bir çirkinlik yoktur. Evlerinin içi bahar
tadında, pırıl pırıl, çiçek çiçek bir nisan bahçesidir. Köşelerdeki saksılar
kekliğe, sevdiğinin halıda gezen ayakları nakışa, yürüyüşü de nakış işleyen
kibar ve mahir parmaklara benzemektedir. Öylesine kendinden geçmiştir, öylesine
kaptırmıştır ki, bu sevgide bir hiç olmaya, sevdiğinin yanında olmak hayalinde
ölmeye değer. Şair burada gerçeküstü bir boyutta, nesnelere gerçekte olamayacak
anlamlar yüklemiş, bu olmazların oluru içinde ölüme rıza göstermek bir yana,
bilakis bile isteye gitmek arzusundadır. Fakat hemen sonra bunca övülen ev, içi
tepeden tırnağa gururla dolu, soğuk bir ev oluverir, o sıcaklık, o bahar havası
kayboluverir. Ancak şairin aşkı o kadar büyüktür ki, bu gururu da aşkının
büyüklüğü içinde eritmeye kararlıdır ve kendisinden emindir.
"evlerinin
içi gurur döşeli / benim aşkım binbir köşeli ah, binbir köşeli"
Sadece bir şair, duygulanımlarında
anlık iniş çıkışlar yaşayabilir ve her ikisine de inanır. Bir evde aynı anda,
hem sıcacık bir bahar havası hem de soğuk ve mağrur bir kış havası teneffüs
edebilir. Sonuç olarak bu hissedişin kalemine zerk ettiği şizofrenik iksir sayesinde
nefis bir şiir üretmiş ve şiirseverleri bu şizofrenik dalgalanmaların büyüsünde
bırakmıştır.
Şiirlerinden kısa bölümlerini tahlil
ettiğimiz bütün şairlerimiz , onlar yazana kadar herkesin elinin altında olan
kelimelere, kimselerin kullanmadıkları anlamlar yüklemiş, bu yüklü kelimelerden
adeta gökdelenler inşa etmişlerdir. Bu varoluşta şüphesiz, "avama garip
gelen" bir iksirin tadına varmamak imkansızdır.
Aslında yemekte baharat neyse şiirde
de şizofreni odur. İmge dediğimiz şey nedir ? Herkesin dilinde bir imgelem
meselesi sürüp gider. Kelimelere nasıl yeni anlamlar yüklemiş, okuyucuyu
nereden alıp nereye bırakmış. Evet hepimizin derdi uğraşısı bu, sıradan olandan
kaçmak, tekrardan kurtulmak, az kelime
ile çok şey anlat(ma)mak hissettirmek. Peki bu nasıl olacak ? Şair duygularını
uçurmadan kelimeleri nasıl uçuracak hafızalarımıza. Onlara tat verebilmek için
önce ruhunda yeni açılımlar yapmaması mümkün mü, yahut bu açılımları ve sıra dışılığı
yaşamadan kelimelere nasıl can verecek ? Muhammed İkbal der ki "eğer
şiirden maksat insan yapmak ise, şairlik peygamberliğin varisidir"
(M.İkbal Sözlüğü) Peygamberlerde asla şizofrenik iksir yoktu, onların
tebliğleri, insanın perdelenmiş aklının aydınlığa çıkartılmasıyla anlaşılacak
şeylerdir. Şairler ise insanoğlunun sıradan düşünme kalıplarını kırarak, avama
şizofreni gibi görülen saf gerçekliği onlara sunarlar ki burada amaç İkbal in
dediği gibi "insan yapmak" olmalıdır. Bu sunuş eğer cümlenin
hafsalasını kırıp dökecek seviyede ise iksirin dozu kaçmıştır. Onu ancak
"anlaşılmaz şiir" yazmakla övünen ve
kelimelere cambazlık yaptırmaktan başka bir şeyle uğraşmayan bir gurup, şiir
zannetmekte olup bu iksirin ne tadından ne dozundan bihaberdirler. Bu şiirden
de "insan yapmak" akla ziyan bir fikirdir. Asıl olan ise şizofrenik
iksiri tadında kullanarak zihnimizi aydınlatacak, aklımızı uçuracak, yeni
güzelliklere ulaştıracak şairler ve onların yazdıkları şiirlerdir. Çünkü
şiirden beklenen haz, herhalde ruhumuzun tatmini ve yeniden "insan
yapmak" olmalıdır.
Sonuç olarak şizofreninin, şiirin öz
değilse bile en azından üvey kardeşi olduğunu sanırım anlamış durumda
olduğumuzu umuyorum
Sevgili editörüm, bana az şizofren
bir şiir lütfen, fazlası akla zarar, yokluğu dile hamallık
* The Merck
Manual / Teşhis Tedavi El Kitabı Sy:1102