5 Ekim 2021 Salı

Sermest Ayılmaz / Bir Roman Okudum Kafam Karıştı

          

         



          Roman okumayı severim.İyi romanları daha çok severim. Burada hemen akla şu geliyor: “Kime göre iyi roman?”  Tamamen edebi zevkime göre. Yani öyle nesnel bir değerlendirme söz konusu değil. Bu arada tamamlamadığım romanların sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Yarısında bıraktığım romanlar bile oldu.    

          Doğu ve Batı medeniyetlerinde estetik anlayış farklı zeminlerde ortaya çıkmıştır. Batı estetiği gerçeklik perspektifi üzerine, Doğu estetiği ise rüya ve hayâl perspektifi üzerine gelişmiştir. Gerçeklik estetiği ön planda olduğu için Batı edebiyatında roman başta olmak üzere düzyazı önem kazanmış ve gelişmiştir. Oysaki Türk edebiyatında  rüya ve hayâl ön planda olduğu için şiir  hep önemsenmiş , her zaman baş tacı edilmiştir. Hayâl ve rüya âleminin kapılarını yüzlerce yıldır sonuna kadar aralamıştır.

           Türk okuru ilk romanı günümüzden yüz altmış yıl kadar önce çeviri yoluyla tanımaya çalıştı. Daha sonra yerli romanlar yazıldı ve o ilk acemilikler atlatıldıktan sonra zamanla güzel eserler ortaya çıktı.Her ne kadar edebiyatımız roman türüyle çok geç karşılaşmış olsa da roman türünün gelişiminin oldukça hızlı olduğu söylenebilir kanaatimce. Dünya çapında ödül alan romancılarımız olduğuna göre.

          Kitap satışları ve kitap okunma oranları salgın döneminde artmış. Buna seviniyoruz haklı olarak. Çünkü yazarlarımızın ne kadar nitelikli okur olduğu konusunda bile ciddi kuşkularım var. Bu dönemde ben de pek çok roman okuru gibi kendimce bir okuma listesi yaptım.Listemde yerli ve yabancı romanlar da vardı, daha önce okuduğum hâlde üzerinden uzun yıllar geçtiği için yeniden okumak istediğim romanlar da.  “Veba Geceleri” de listemde yer aldı. Kitabın yazarı ve yayıncısı da bu kitabı piyasaya sürmek için bundan daha iyi bir zaman düşünemezdi herhalde. Hatta kuşkucu tarafım zihnimi meşgul ediyor arada bir: “Yoksa bu adamlar böyle bir salgın olacağını önceden biliyorlar mı?”

“Veba Geceleri” romanını okurken zaman zaman değişik sorularla cebelleştiğim de oldu. Yazarın başta TRT’de bile konuşulması kitabın bir bakıma reklamının en üst perdede yapılması edebiyatla nasıl ilişkilendirilecek. Veba Geceleri, okur gözüyle bana ne düşündürdü? Bu soruyu biraz açacak olursak  öncelikle oryantalist bakış açısının romanın bütününe yayıldığını söylemem lazım.Roman yazarları, kurmaca anlatıcıya bırakırlar anlatımı. Orhan Pamuk, bu anlatıcıyı romanında biraz değiştirmiş diyebilirim.Romanda birden fazla anlatıcı var. Asıl üzerinde durmak istediğim bu roman niçin kaleme alındı?

          Aşk,ölüm ve aidiyet üçgeni romanın temel çatışmasını oluşturuyor.  Yazarın Doğu’ya bakışı sıradan bir roman okurunun bile dikkatinden kaçmıyor.Çünkü romanda geçen  cami ve kilise bile betimlenirken çok bariz bir şekilde taraf tutuluyor hissi veriyor okura. Kiliseden bahsedilirken bakımlı ve temiz, camiden bahsedilirken bakımsız,güdük minareli... Roman üzerine okuduğum yorumların bazılarında aşk ve ölüm çatışmasına vurgu yapılıyor. Fakat romanda en çok dikkat çeken şey, Sultan Abdülhamit’in  romanın bütününde çok ağır bir şekilde kötülenmesiydi. Bu kötüleme hem roman kahramanları üzerinden hem de anlatıcının yorumlarıyla yapılıyor.Öyle ki “Bu roman niçin yazılmış?” sorusunun cevabı roman vasıtasıyla tarihî gerçekliği tamamen devre dışı bırakarak Abdülhamit’i değersizleştirmek gibi geldi bana.Sultan Abdülhamit’in üzerine yazılmış birçok yazı var. İki keskin pencereden biri Sultan Abdülhamit’i sürekli güzel bir bahçede resmederken; diğeri sürekli sevimsiz,çirkin bir mekânda tasvir eder. Biraz tarihî olayları aklıselim bir şekilde yorumlama kabiliyeti olanlar bilir ki pencerenin biri Yahudi seviciler tarafından tutulmuştur ve yazık ki Orhan Pamuk’un ücretsiz olarak Amerika’da eğitim gördüğü yazarlık okulunun finansörü İsrailli bir ailedir.Ödüllü yazarımızın romanını okurken zaman zaman çok sıkıldığımı söylemeliyim. Ahmet Mithat Efendi’yi aratmayacak kadar gereksiz ayrıntı ve bilgiye yer veren yazar psikolojik tahlillere fazla girmemiş.

 

          Önce şiir yazmak ister edebiyat insanı. Şiirde zorlanınca öyküye sığınır, öyküde de başarılı olamayınca romanda dener şansını. Orhan Pamuk da öyle yapmış olmalı.Fakat yazarlık sahnesine çıkarken arkasındaki hatrı sayılır destekçileri olmasaydı acaba bugünlere gelebilir miydi yazar olarak?

           

         

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder