Şiir okurundan daha çok şiir yazan var ülkemizde. Ne gariptir ki okumadan şiir yazabilen ilginç şairlerimiz(!) var bizim. Yıllar önce bir derginin yayın kurulunda görevlendirildim. Dergide iki editör daha vardı. Şiir seçici yayın kurulu üyesi bendim. Derginin sahibi bir gün şiirlerini yayımlatmak isteyen bir genç hanımı bana gönderdi. Genç hanım, şiirlerini bir dosya halinde getirmiş. Dosyayı alıp içindekileri hızlı bir şekilde okudum. Dikkatimi çeken bir şiire rastlamadım. Daha doğrusu ortada bir şiir yoktu. “Yağmur yağdı ıslandık/ Ağaçlardan sular damlıyordu/ Tir tir titriyorduk/ Üşüdük …” gibi düz cümlelerden kurulu dörtlükler vardı. Şiir okuyor musunuz, diye sordum. “Ben hiç şiir okumam. Okuyacak kadar güzel şiir yok ki.” dedi. Sonra bana şiirlerini nasıl bulduğumu sordu. Ben de “Kusura bakmayın ama bunlar şiir değil.” deyince üzüldü. Doğal olarak ben de üzüldüm. Derginin sahibi bir sonraki sayıda başka bir editörle anlaşarak kibarca bana teşekkür etti. Derginin benden sonraki sayılarını alıp okumaya devam ettim. İki sayı sonra o genç hanımın şiir diye yazdıklarından birinin yayımlandığını gördüm. Demek ki onlar şiirmiş de ben görememişim.
İstanbul’da
her hafta cuma akşamları yaptığımız edebiyat sohbetlerine bir gün yeni bir
arkadaş katılmıştı. Tanıştırılırken “Efendim ben Şair Murtaza G. Beş şiir
kitabım var.” deyince ben de “Şair
Sermest Ayılmaz, hiç kitabım yok.” dedim. Bana “Çok şakacısınız, kitap olmadan
şair mi olunur.” dedi. Sonra ona Mehmet Kaplan’ın Rabia Hatun Şiirleri tahlilinden bahsettim. “Sadece 41 kıtadan oluşan bu şiirleri tahlil eden Mehmet
Kaplan yazının sonunda ‘Ciltlerle şiir
yazan, fakat bir tek güzel mısra söyleyemeyenlerin yanında İsmail Hâmi
Danişmend, adı saygı ve sevgi ile anılacak, gerçek bir sanatkârdır.’ diyor. Yani
ciltler dolusu kitabınızın olması sizi şair yapmıyor. Şiir adına ortaya
koyduğunuz ne var, ondan bahsedin bana. Kendinizi tanıtırken Şair Murtaza
demeniz sizi şair yapmaz. Yoksa benim zatıalinizin şairliğinde gözüm yok.” diye ekledim.
Yine o yıllarda -sanıyorum 2010
yılıydı- edebiyat sohbetlerimize bir
akşam tambur sanatçısı bestekâr Necip Gülses de teşrif etmişti. Kendisine “Azizim siz büyük bir bestekâr olarak Türk
müziğinin genç icracılarını nasıl buluyorsunuz?” diyecektim ki hemen müdahale
etti. “Ben bestekâr olarak görmüyorum kendimi. Bu kadar ağır bir sıfata layık
olduğumu düşünmüyorum. Bu, büyük üstatlara saygısızlık olur.” Necip Gülses’in
bu sözlerinden orada hepimiz kendi payımıza düşen hisseyi almıştık. O akşamdan
sonra edebiyat sohbetlerine katılan arkadaşlarımız -içlerinde çok güçlü
şairler de vardı- şairlik sıfatını kullanmaktan imtina etti.
Şiir sırrın dilidir,
demiş Peyami Safa. Sırrın diline ulaşmak kolay değildir elbette. Şiire ulaşmak
isteyen şiir yolcusu o sırra varmak için o yolları aşındıran ustaların talebesi
olmayı öğrenmelidir. Önce o sırra varmak gerekiyor dili anlamak, öğrenmek için.
Şiire ulaşmak ise girift bir bilmeceyi çözmek ya da kelimelerle büyülenmek
demek biraz da. Yağmur yağarken aklına sadece şemsiye gelen bir kişiden bir
şiiri hissetmesini beklemek fazla romantik bir yaklaşım olur. Şair kimdir,
sorusuna dönecek olursak şair sırrın dilini bilendir diyebiliriz.
Şiir yazmak demek şair olmak demek değildir.
Yani şiir yazan herkes şair değildir. Olamaz da. Bir kişi güzel
bir şiir yazdı diye onu hemen şair olarak kabul etmek çok yanıltıcı
olabilir. Akla tekrar aynı soru geliyor hâliyle: Şair kimdir? Şair; şiirle
düşünen, hayata şiir gözüyle bakabilen kişidir. Kırmızı ve Siyah romanında giyotinle
idama mahkûm edilen Jülien Sorel kaç şiir yazmıştı ki şair olsun. Fakat Jülien
Sorel ölüme giderken Parisli kadınların bakışları arasında şunları düşünüyordu:
“Bu baş, yaşamı boyunca hiçbir zaman ölüme gittiği şu anki kadar şiir dolu
olmamıştı.” Şairlik biraz da şiir dolu olmak demektir.
Haziran/ 2021 İstanbul
Hocam dolu dolu ve oldukça anlamlı bir yazı olmuş. Özellikle son paragrafınızı çok beğendim.Hassas ve güzel bir konuya deginmissiniz. Kaleminize sağlık
YanıtlaSil